BUDAPEŞTE’DEKİ TÜRK İZLERİ
Dile kolay… Tuna’nın İncisi olan bu güzel şehir 150 yıl Türk hâkimiyetinde kalmış. Amacı kuru cihan kavgası olmayan, diğer devletler gibi gittiği yerlerin halkını köleleştirip doğal zenginliklerini sömürmeyen, aksine gittiği yerlere yaptığı eserlerle mimarisini zenginleştiren, gittiği yerlere adalet götüren, her zaman gurur duyduğum ecdadım, buraya da bir hoş seda bırakmış. Bunu, nereli olduğumu sorduğunda Türkiye dediğim zaman bana samimi bir şekilde “kardeş” diyen seyyar satıcının gözlerindeki ışıltıdan, Türk isimleri verilen cadde ve sokaklardan ve en önemlisi 466 yıldır ayakta kalan “Gül Baba Türbesi”nden anlamak mümkün.
Şehrin en işlek caddelerinde bulunan Türk restoranlardaki Macar personelin, pilav istediğinizde size pilavın üstüne kuru veya nohut da olsun mu diye Türkçe sorması, Hun İmparatoru Attila’nın buralarda çok sevilmesi ve Attila’nın adının verildiği cadde ve sokaklar olması, Estergon Kalesi, Attila’nın mezarının Tuna üzerinde bir adada olduğu rivayeti, yürürken karşınıza çıkan “Török Utca(Türk Caddesi)”tabelası ve daha onlarcası… Budapeşte’de Türk tarihi ve kültürü izleri taşıyan ve bana keyif veren çok şey oldu.
MANEVİ FETİH
Büyük seferlerimizin birçoğunun zaferle sonuçlanmasında; askeri ve siyasi başarımızın yanı sıra, ozanlarımızın çabaları, erenlerimiz ve dervişlerimizin manevi fethi de kuşkusuz etkili olmuştur. Ordu sefere çıktığında askerlerin ruhlarını güçlendirmek için; dervişler ve saz ozanları da sefere katılıyordu. Mola zamanlarında dualar okunuyor, destanlar söyleniyordu. Bu dervişler ve ozanlar, gerektiği zaman silahlanıp savaşa da katılıyordu.
BEKTAŞİ DERVİŞİ GÜL BABA
“Gül Baba”da bu dervişlerden birisiydi. Gül Baba, sadece Türkler değil, aynı zamanda Macarlar tarafından da çok sevilen, elinden tahta kılıcı, başındaki sarığından gül eksik olmayan bir Türk dervişi. Gül Baba’nın ordu üzerinde de etkisinin büyük olmasının sebebi; Yeniçerilerin Hacı Bektaş-ı Veli’yi Pir olarak kabul etmesi ve dolayısıyla Yeniçerilerin Bektaşi dervişlerine büyük saygı göstermesidir. Asıl adı Cafer olan, Amasya Merzifon doğumlu Gül Baba, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avrupa seferlerine katılan önemli bir Bektaşi babasıdır. Katıldığı seferlerde başından hiç gül eksik olmazmış. Bu yüzden de böyle anılmış Gül Baba.
GÜL BABA’NIN BUDİN SEFERİ VE MACARLARIN ONA OLAN SEVGİSİ
Sayısız savaştan sonra, 1526 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın daveti üzerine Gül Baba, Budin serfine katılmıştır. Budin alındıktan sonra Gül Baba, geri dönmemiş ve Budin’de 10 yıl yaşamıştır.1 Eylül 1541 yılında vefat etmiştir. Evliya Çelebi’nin kaynaklarına göre; Kanuni Sultan Süleyman dâhil 200.000 kişi katılmıştır Gül Baba’nın cenaze namazına. Çünkü Gül Baba, Macarlar tarafından da çok sevilmektedir. Bu sevgi öyle büyük ki, Gül Baba, Macar edebiyatına girmiş, adına operetler, şiirler, tiyatro oyunları yazılmış ve hayatı filme alınmıştır.
GÜL BABA TÜRBESİ
Orta Avrupa’da kalan önemli eserlerimizden birisi “Gül Baba Türbesi”.Bizde Gül Baba Türbesi’ne gitmek için önce türbenin bulunduğu “Gültepe”ye çıktık. Türbenin arkasındaki sokağın adı da “Gül Baba”.Türbeye vardığımızda sağ elini kalbinin üzerine koymuş vaziyette selam veren Gül Baba heykeli karşıladı bizi. Türbenin avlu kısmı açıktı. Ne yazık ki mezarın olduğu kısım için ziyaret saati çoktan bitmişti. Ama ziyaret saati olmadığını öğrendiğimizde yüzümüzdeki üzüntü ifadesini gören görevli, dayanamayıp anahtarı getirdi ve mezarın olduğu kısmı kısa süreliğine de olsa bize açtı. Birçok türbede olduğu gibi burada da mezarın üstünde bir sanduka ve onun üstünde de ayetler yazılı yeşil örtü vardı. Sanduka’nın üstünde bulunan Gül Baba’nın kavuğunun altındaki yeşil kumaşta da bir gül deseni vardı.
Gül Baba Türbesi’ni 1543–1548 yılları arasında Budin Beylerbeyi olan Mehmed Paşa yaptırmış. Osmanlı, aynı zamanda Bektaşi Tekkesi olarak da kullanılan türbeye hazineden düzenli maaş alan bir Dede de görevlendirmiş. Budapeşte Osmanlı’nın elinden çıktıktan sonra türbe kısa bir süre kilise olarak kullanılmış. Sultan Abdülaziz’in 1867’deki Avrupa ziyaretinden sonra onarılarak tekrar türbeye dönüştürülmüş. Türbenin önemli bir özelliği de Avrupa’da Türkiye Cumhuriyeti’nin restore etmesine verilen ilk yapı olması.
SON OLARAK…
Üç kıtada olduğu gibi bu coğrafyada da ecdadımızın bıraktığı eserler ve kültürümüzden birçok iz var. Her ne kadar birçok yerde eserlerimiz yıkılmış ve izimiz oradan silinmeye çalışılmış olsa da 466 yıldır ayakta kalan Gül Baba Türbesi ve Balkanlardaki birçok eserimiz, ecdadımızın gittiği yerlere zulüm etmeye ve gittiği yerleri yakıp yıkmaya gitmediğini bana bir kez daha gösterdi. Her ne kadar diğer Avrupa ülkeleri, Atalarımızı işkenceci ve soykırımcı gibi göstermeye çalışıp yeni nesillerini bu kinle yetiştirseler de, Macaristan ve Balkanlardaki birçok ülkedeki kalıcı eserlerimiz ve insanlara bıraktığımız hoş seda, bize olan kardeşlik duyguları, elinde hiçbir belge olmadan Türk Milleti’ni işkencecilikle ve soykırımcılıkla suçlayanlara adeta bir Osmanlı tokadı olmuştur. Bizler de günümüzdeki kötü durum karşısında karamsar olmamalı ve geçmişimizdeki büyük başarıları ve sırlarını iyi öğrenmeli, atalarımızın hoşgörü ve adalet anlayışını örnek almalı ve bu yolda ilerlemeliyiz. Bir zamanlar bizim vergiye bağladığımız Amerika, antlaşmayı Türkçe yollayıp geri Türkçe göndermesini istediğimiz ve Türk korkusundan titreyen Avrupa Devletleri, Türk İmparatoru önünde diz çöken Papa… Ya şimdi? İşte şimdi durumlar tam tersine döndü. Sınır ötesi operasyon için Amerika’dan icazet alır olduk, kebap yemek için Avrupalıdan… Kafamıza çuvalda geçirildi, titrettiğimiz Avrupa’nın birliğine girmek için onlarca yıldır kapılarında oyuncak da olduk. Bunlar tersine döner elbet. Cumhuriyetimizin 100. Yılı olan 2023 yılında neden “Lider Ülke Türkiye” olmasın? İmkânsız mı? Tek çare; inanmak, geçmişi iyi bilmek ve bu uğurda azimle çalışmaktır. Unutulmamalıdır ki,
“GEÇMİŞİNİ İYİ BİLMEYENLER, GELECEĞİNİ İYİ ŞEKİLLENDİREMEZLER”
28.06.2009
Emrullah TÖREN
http://www.inşirah.com/index.php?topic=6585.0
http://www.fotogezgin.com/haber_detay.asp?haberID=405
Macaristan’ın başkenti Budapeşte geçen yüzyılda birbirlerine komşu Buda, Pest ve Obuda adlı şehirlerin birleşmesi ile kurulmuş ve güzelliğini içinden geçen Tuna Nehri’nden almış bir kent. Buda kentin yüksek kesiminin adı, Buda’ya, birbirinden güzel köprülerle bağlanan alçak ve düzlük kesimin adı ise Peşte. Adı artık unutulmaya yüz tutmuş Obuda ise Tuna içinde yer alan üç adadan biri.
İçinden nehir geçen kentlerin güzel olduğu herkes tarafından kabul edilir. Budapeşte bu görüşe belki de en güzel örnektir. Gerçekten de Budapeşte gerek doğası ile gerekse mimarisi ile öylesine bir bütünlük içindedir ki çok dikkatli bakmazsanız nehrin aktığını fark edemez ve Tuna’nın bu güzel kenti terk etmek istemediğini düşünür, ünlü şiirdeki gibi “akmam” dediğini duyar gibi olursunuz…
Budapeşte güzel olduğu kadar gezilmesi ve kavranması kolay bir kent. Gezilecek yerler başlıca üç bölgede toplanmıştır. Kentin en yüksek yeri Gellert Tepesi, biraz daha geride Kale, karşıya geçmeden önce Gül Baba Türbesi ve köprü üzerinde Margeret Adası ilk gününüzü alır. Kente hakim Gellert, Tuna kenarında, üzerinde her taraftan görülebilen Özgürlük Anıtı’nın yer aldığı yeşil bir tepe. Kale’de ise Unesco’nun Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alan Kutsal Üçlü Meydanı’ndaki 13. yy eseri St. Matthias Kilisesi, onu çevreleyen Balıkçılar Hisarı ve buradan yürüyerek gidilen Eski Kraliyet Sarayı (şimdi kısmen müze ve kütüphane, kısmen de başbakanlık olarak kullanılıyor) bulunuyor.
Buda’dan ayrılmadan önce, Türkiye’den giden resmi heyetlerin programında da yer alan Gül Baba Türbesi görülebilir. Bir Bektaşi dervişi ve şair olan ve 1541’de burada ölen Gül Baba’nın Türbesi sadece Türklerin değil Macarların da ziyaret ettiği bir yer. Türk sokağından (Török Utca) devamla, Gül Baba Sokağı’ndan (Gül Baba Utca) çıkılan küçük bir tepenin üzerindeki bakımlı bir bahçede yer alan türbenin önünde de, sarığında bir gül bulunan Gül Baba Heykeli yer alıyor.
Tuna üzerinde yemyeşil bir ada olan ve her iki tarafa, üzerinden tramvay da geçen bir köprü ile bağlanan Margit Adası’nın girişindeki müzik eşliğinde dans eden fıskiyeli havuz ve çevresindeki asırlık çınarlar görmeye değer.
Buda ve Peşte’yi birbirine bağlayan ikisi demiryolu olmak üzere 9 köprü içinde en ünlüleri; adadan geçen Margit, Zincirli Köprü diye tanınan Szechenyi ve Gellert Tepesi’ne çıkan Erzsebet ve Hal Binası’nın önündeki Szabadsag’tır.
Tuna üzerindeki 1 saatlik gemi turları veya iki saatlik otobüs turları ile gezilebildiği 4 hatlı metro sistemi bulunan Budapeşte’de, her yere kolayca ulaşılabilir ama pek çok yeri Unesco Kültür Mirası listesinde yer alan böyle bir şehir en iyi, yürüyerek gezilebilir. Ayrıca Macarca, birçok sözcüğün Türkçesine çok benzediği ve ö, ü gibi Türkçeye özel bazı harflerin de kullanıldığı bir dil. Bu nedenle harita kullanmak ve yol takip etmek çok kolay olmaktadır.
İkinci günün programı; Peşte’deki Kent Merkezi, Kahramanlar Meydanı ve bu iki bölgeyi birleştiren Andrassy Bulvarı’dır. Hösök Tere (Kahramanlar Meydanı); ortasındaki sütunda iki kanatlı Cebrail Heykeli, heykelin iki yandaki kolonatlarda ise tüm Macar Krallarının heykellerinin bulunduğu bir meydan. Meydanın iki yanında ise karşılıklı olarak Güzel Sanatlar Müzesi ve Sanat Galerisi yer alır. Kahramanlar Meydanı’nı kent merkezine bağlayan ve geniş kaldırımları ile gerçek bir bulvar olan Andrassy üzerinde çok sayıda malikane ve tarihi bina yer alır. Bunlar içinde saçaklarındaki Terror yazısın duvarlarına yansıdığı (nasıl olduğunu görmek gerek) Terör Müzesi ile temsil sezonuna denk gelirse kaçırılmayacak kadar ünlü 130 yıllık Opera Binası özellikle gezilmelidir.
Kent merkezinin önemli yerleri arasında 200 yıllık Ulusal Müze ve Tarihi Hal Binası da yer alır. Budapeşte belki de dünyanın en temiz hal binasına sahiptir. İki katlı çelik binanın alt katında sebze, meyve, şarküteri gibi bölümler yer alırken, asma katında turistik eşyaların satıldığı küçük dükkanlar ile keman eşliğinde yemek yiyebileceğiniz bir Macar restoranı bulunmaktadır. Burada Macarların ulusal yemeği gulaş’ı ve ünlü şarapları Tokaj’ı tattıktan sonra kahve ve pasta için Beyoğlu’nın İstiklal Caddesi’ne benzeyen yaya yolu Vaci Utca’nın sonundaki Vörösmarty Meydanı’nda bulunan Gerbeaud Kafe’ye yürüyeceğiz. Budapeşte’de çeşitli fast food zincirler arasında “3 Türk Kardeşler” adındaki Türk restoranları da sık sık karşımıza çıkıyor.
Peşte gezisinin son önemli durağı Parlamento Binası’dır. 96 m yüksekliğindeki kubbesi üzerinde bir zamanlar kızıl yıldız bulunan, 700 odalı görkemli bina; Avrupa’nın Almanya ve İngiltere’den sonra üçüncü büyük Parlamentosu kabul ediliyor. Budapeşte, Viyana’daki Opera’nın benzeri Opera’sı ve New York’daki Brooklyn Köprüsü’nün benzeri Zincirli Köprü’sü ile olduğu gibi Londra’dakinin benzeri bu bina ile dünya kentlerine bir gönderme yapar gibidir.
Parlamento’nun hemen arkasında nehir kıyısında çok sade ama çok da anlamlı bir heykel vardır. Tuna Ayakkabıları, İkinci Büyük Savaşta, Tuna kenarında vurularak öldürülen Yahudilerin ansına, gerçek boyutlarında ve demirden yapılmış, bazıları tek bazıları çift, bazıları kadın bazıları erkek ayakkabıları içinde bir çift çocuk ayakkabısı, ziyaretçilerin içlerine bıraktıkları çiçeklerle dikkat çekiyor.
10 milyon nüfuslu Macaristan’ın başkenti Budapeşte doğal güzelliğinin yanı sıra sadece 1 850 000 nüfusuna rağmen çok sayıda müze, opera, tiyatro, konser ve sergi salonu ile aynı zamanda bir kültür başkentidir. 2004’de Avrupa Birliği’ne girmesine rağmen henüz para ve gümrük birliğine geçmeyen Macaristan Türklere de vize uygulamaktadır.
145 yıl Osmanlı yönetiminde kalan Macaristan’da bugünde işletilmekte olan hamamlar başta olmak üzere çeşitli Türk izlerine rastlamak sürpriz değil. Daha önemli eserler Budapeşte dışında Estergom, Peyç ve Zigatvar gibi farklı şehirlerinde yer alırken en ilginç olanı son Osmanlı valisi Arnavut Abdi Paşa’nın Buda Kalesi’ndeki Macarca ve Türkçe yazılı mezar taşıdır. “145 yıllık Türk egemenliğinin son Buda Valisi Abdurrahman Abdi Arnavut Paşa bu yerin yakınında 1686 Eylül ayının ikinci günü öğleden sonra yaşamının yetmişinci yılında maktul düştü. Kahraman düşmandı, rahat uyusun”
MACARCA SÖZLÜK:
TER: Meydan
HİD: Köprü
UT: Cadde
UTCA: Sokak
KÖRÖT: Ring
ÜZLET: Mağaza
TÖRÖK: Türk
SİYA: Merhaba
KÖSÖNÖM: Teşekkür
SİVEŞEN: Bir şey değil
EGEŞEGEDRE: Şerefe
ED: Bir
KETTÖ: İki
ALMA: Elma
KAPU: Kapı
POĞAÇA: Poğaça
CIZMA: Çizme
BALTO: Palto
KİÇİ: Küçük
http://www.google.com.tr/#hl=tr&sa=X&ei=eEETTtDmHY3HswbfsejQDg&ved=0CBgQBSgA&q=MACAR%C4%B0STAN%27DAK%C4%B0+OSMANLI+ESERLER%C4%B0&spell=1&fp=860ee45b8659d842&biw=1024&bih=585
http://www.festtravel.com/tr/makale.asp?id=125&liderid=14
http://balkanpazar.org/mimarlik_macaristan.htm
MACARİSTAN'DA GÜNÜMÜZE KADAR GELEBİLEN TÜRK MİMARİ ESERLERİ
Uzun yıllar Osmanlı idaresinde bulunan Macaristan‘ da, o devirlerden kalma cami; medrese, hamam, türbe, köprü, çeşme gibi Türk mimarisi yapıları kalmıştır. Geçmişte derin izler bırakmış olan Türk sanat eserleri içinde, halı, kumaş, silâh, seramik, tezhipli yazma kitap, minyatürler ve fermanlar, bugün hâlâ Macaristan'ın çeşitli müzelerinde sergilenmekte ve büyük ilgi çekmektedir.
Macar saraylarından veya köklü Macar ailelerinden toplanarak müzelere kaldırılmış olan bu eserlerin çoğu Macar Millî Müzesi'nde sergilenmektedir.
Osmanlıların 1683'de II. Viyana Seferi bozgunundan sonra arta kalan ve savaşlarda bırakılan her çeşit malzemeyi içine alan bu eserler, Osmanlı devri Türk sanatını en güzel şekilde anlatmaktadır.
Bunlar arasında, müzenin Türk salonu kısmının tam ortasında, bütün ihtişamıyla geçenleri büyüleyen Türk çadırı dikkat çekicidir. Müzede bulunan diğer 5 Türk çadırından biri olan bu Beylerbeyi Çadırı, 1686'da Osmanlı ordusundan kalmış ve Prens II. François Rakoczi ailesi tarafından müzeye hediye edilmiştir.
Deri işi motiflerle süslü bu atlas çadırın içinde ve çevresindeki vitrinlerde XVII. yüzyıla ait Gördes, Uşak, Kula halı ve seccadeleri, gümüş, bakır, seramik sofra takımları, ibrik ve şifa tasları, İznik işi duvar çinileri, el işleri ve kumaşlar dünyada eşine ender rastlanan Türk sanat eserleridir.
Bilhassa söylemeden geçemeyeceğimiz 1526 tarihinde Mohaç Savaşı'nda geriye kalan, aplike rumî ve lâle motifli deri kaftan, müzeyi gezen sanatseverler tarafından ilgiyle izlenmektedir. Ayrıca Budapeşte'de Süsleme Sanatları Müzesi'nde sergilenen yedi yüz Türk halısı ve kilimi, XVI. ve XIX. yüzyıl arası Türk halı sanatımızın en güzel örneklerindendir. Yine Budapeşte şehrinde bulunan Etnografya Müzesi, değişik bir sanat koleksiyonunu içinde toplamıştır. Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden derlenen müzik âletleri, nota, plâk ve belgeler, orijinal bir şekilde ve müzede korunmaktadır.
Klasik Osmanlı motifleriyle süslü, çoğu sırma işlemeli ve XVI-XVII. yüzyıllara ait bir grup Türk işlemeleri, Budapeşte Tatbiki Sanatlar Müzesi'nde sergilenmektedir.
Kanunî Sultan Süleyman'ın son Macaristan seferi, Sigetvar şehrine olmuş, 1566 yılının Ağustos ayında Sigetvar Kalesi kuşatılmıştı. Kaleyi Sigetvar Kontu Zrinyi Miklos kahramanca savunmuş, fakat kuşatmanın 34. günü vurulunca, Osmanlılar kaleyi zaptetmişlerdi. 7 Eylül 1566 günü Kanunî'nin beklenmedik ölümü, ordudan gizlenmiş ve Sokullu Mehmed Paşa cesetle birlikte İstanbul'a dönmüştü.
İşte Macarların Kont Zrinyi Miklos adına Zigetvar'da kurdukları “Zrinyi Miklos Müzesinde Kanunî Sultan Süleyman'ın portresi, Sigetvar kuşatmasında kullanılan top ve silâhlar, minyatürler, Türk seramikleri, Anadolu halı ve kilimleri, tepsi, ibrik gibi bakır eşyalar kuşatma ile ilgili bütün belgeleri dünyanın gözü önüne sermektedir.
1526 yılında, Kanunî'nin Mohaç zaferinden sonra Osmanlı idaresine geçen tarihî Estergon şehri, 1683 yılına kadar Türk egemenliği altında kalarak önemli merkezlerden biri olmuştur. 1926'da Estergon yakınlarında Szenttasheggy'de su kanalı inşaatı sırasında yapılan kazıda XVI. ve XVII. yüzyıllara ait çok sayıda Türk seramik eserleri bulunmuş, bu eserler Estergon Şehir Müzesi'ne kaldırılmıştır.
1490-1500 olarak tarihlenen ve 1936'da Sir robertabdy koleksiyonundan alınan Osmanlı devri İznik işi bir çini tabak ile XVI. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen diğer bir İznik işi tabak, bu müzedeki önemli eserler arasındadır. Bu iki eserin de XVI. yüzyıl ortaları olarak tarihlendirilmesi daha uygundur. XVIII. yüzyıl olarak tarihlendirilen kulplu bir çini sürahi ile koleksiyondaki Kütahya seramikleri, grubun en güzel eserlerindendir.
I. BUDIN / BUDAPEST
Gül Baba Türbesi - XVI yy.
Kale ve Burçlar - XVII yy.
Sokullu Mehmet Paşa Kaplıcası - XVI yy.
Horoz Kapısı Hamamı - XVI yy.
Toygun Paşa Camii - XVI yy. Duvarları bir kilisenin içinde kalmıştır.
Mustafa Paşa Ilıcası - XVI yy.
Debhane Hamamı - XVI yy.
II. EĞRİ, EĞER / EGER
Minare - XVI yy.
Valide Sultan Hamamı XVIIyy. Kale - XVI yy.
III. ERD
Hamza Bey Camii Minaresi - XVI yy.
IV. ESTERGON / ESZTERGOM
Ihcı Kalesi - XVII yy.
Hacı İbrahim Camii -XVII yy.
V. GESTES / VARGESZTES
Kale - XVI yy. sonu
VI. İSTOLNİ BELGRAD / SZEKESFEHEVAR
Güzelce Rüstem Paşa Hamamı - XVI yy.
VII. PEÇEVİ-PEÇUY / PECS
Yakovalı Hasan Paşa Camii- XVI.yy Kasım Paşa Camii - XVI yy.
İdris Baba Türbesi - XVI yy.
Ferhad Paşa Camii - XVI yy. sonu. Yalnız duvarları kalmış
VIII. SİGETVAR / SZIGETVAR Sultan Süleyman Camii - XVI yy.
Ali Paşa Camii - XVI yy.
Türk Evi
Kale - XVI yy.
IX. ŞIKLOS / SIKLOS Malkoç Bey Camii - XVI yy. Harap
TURKISCH HUNGARY CONTACT